Dün itibariyle Tripoli’de ikinci yılımı da doldurmuş bulunmaktayım. Artık burada şu değişti, bu gelişti gibi şeyler yazmak yerine kendi hayatımdaki değişiklikleri yazmak istiyorum. Çünkü yurtdışında yaşamak insana bazı şeyler kazandırırken, hayatından birçok şeyi de götürüyor. Eğer bir yerde yaşamaya alışmak istiyorsanız, bazı şeyleri geride bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Geçen gün tez notlarımı karıştırırken rastladığım bir yazıda okuduğuma göre, kişinin kendi kültüründen farklı bir ortama düştüğünde gösterdiği tepki 3 farklı şekilde olabiliyor.

1- Tamamen yabancılaşma, içine kapanma, içinde bulunduğu ortamı reddetme. (Bkz. Tripoli’de 1 Yıl)
2- Turist gibi davranış gösterme. Yani bir şekilde ortamda yaşayabilme, fakat halktan uzak olma.
3- Yerli gibi davranma. Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlama. Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulama vs.

İlk madde Tripoli’ye ayak bastığım ilk günleri hatırlatıyor bana. Herkes, her şey yabancı, insan arkasına bakmadan, koşarak geri dönmek istiyor ülkesine. Sonra yavaş yavaş alışmaya, kabullenmeye başlıyor. Zamanla, 2. aşamaya geçiş yapmış oluyorsunuz. Bu da yaşam tarzında birtakım şeyleri değiştiriyor tabi.

Mesela ben artık yeni bir cafe açıldığında çok seviniyorum. Zaten kulaktan kulağa yayılıyor. ‘Duydunuz mu bilmemnerede yeni bir cafe açılmış! Çok güzelmiş, mimarı İtalyanmış, yemeklerı harikaymış!’ Şehirdeki bütün cafelerin açılışından tek tek haberdar olduğunuzu ve hepsine ayrı ayrı sevindiğinizi düşünün -en azından büyük şehir insanı için- çok acayip.

CafeLama.jpg CafeLamaF.jpg

Sonra tanıdık markaların gelişini heyecanla beklediğimiz zamanlar oluyor. Sırasıyla Benetton, Swatch, La Senza, Mango, Marks & Spancer ve Next açıldı, hepsinin açılışlarında kendi aramızda kutlamalar yaptık. Şimdi de Cotton açılacakmış, heyecanla bekliyoruz. Bir bayan için alışveriş alanının giderek artmasını seyretmek kadar güzel bir şey yoktur. :) Geçtiğimiz yılın Ekim ayında yeni bir sanat galerisi açıldı, sahibi Türk bir bayan. Ona da ayrıca sevindik, koşar adım açılışa gittik. Yeni bir aktivite, kutlama, açılış haberini dört gözle bekler olduk.

Casa Lounge Logo.jpg Bashır Hammuda.jpg salem_work.jpg

Mecburen kendimizi oyalayacak şeyler bulmaya başlıyoruz. Ben burada, hayatımda hiç ilgilenmediğim kadar çok hayvanlarla ilgilenmeye başladım mesela. Figen’in kedisi Siyami, evin bekçi köpeği Victoria, arka bahçedeki kuşlar derken bir tane de tosbağa edinmiş bulunmaktayım. Onun adı da Köfte :)

Kabullendiğimiz şeyler de çoğaldı. Örneğin ilk başta halkın tepkileri, davranışları hatta bakışları bile garip geliyor. Dilini bilmiyorsunuz Japonca konuşulsa aynı şey; parasını bilmiyorsunuz, nelere seviniyor, ne zaman somurtuyor, neye toleranslı, hangi davranışı asla sindiremiyor, bunların hiçbirini kestiremiyorsunuz. Sonra yavaş yavaş hepsine alışıyorsunuz. Üstelik dil bile artık o kadar yabancı gelmiyor. Yavaş yavaş esnafla, iş arkadaşlarınızla bir-iki kelime konuşmaya bile başlıyorsunuz. Radyodaki şarkılar tanıdık gelmeye başlıyor, gerisi her gün daha kolay geliyor. Bir süre sonra hiçbir şeye şaşırmamayı öğreniyorsunuz.

Son zamanlarda Türkiye’den gelirken getirdiğimiz yiyecekler de azaldı. Önceden en az bir bavul yiyecek bavulu olurdu, mutlaka alıştığımız marka peynir, bildiğimiz çeşit zeytin, her zaman yediğimiz kraker; bu böyle uzayıp giderdi. Sonra burada muadillerini bulmaya başladık ya da bazılarından vazgeçtik.

Vazgeçmekten bahsetmişken, özgürlüğümden de ödün vermek zorunda kaldım. Aklıma estikçe yolun karşısındaki bakkala gidemiyorum artık. Tek başıma şehre inmek şöyle dursun, kapının önüne çıkıp taksi bile çeviremiyorum . Burada bir bayanın böyle şeyler yapması pek mümkün değil. Tripoli’deki ilk zamanlarım olsa buna üzülürdüm, şimdi sadece günlük hayatımın bir ayrıntısı olarak yazıyorum.

Toureg.jpg

Belki de böylece bazı şeylerin değerini daha iyi anlamış oluyorum. Türkiye’de, yeni bir cafe açıldığı için kim bu kadar sevinir ki? Ya da bir toplu taşıma aracına yalnız binebildiği için? Ya da yoldan geçen herhangi bir taksiye atlayabildiği için? Hepsini geçtim, yolda tek başına yürüyebildiği için!!! Ülkemdeyken bunların değerini bilmiyordum doğal olarak. Belki de mutsuz olan herkesin buraya gelip gerçek özgürlüklerini yeniden hatırlaması gerekiyor.

Yurtdışında ister istemez kendinize ve dışarıya karşı verdiğiniz bu zorlu değişim mücadelesi, sizi daha sabırlı, daha olgun ve daha güçlü kılıyor. 3. Evreye geçer miyim geçemez miyim bilemiyorum: Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlamak… Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulamak… Biraz zor gözüküyor. Yine de Tripoli’de 3. Yıl yazımda görüşmek üzere :)

2005 Yılı, sıkıcı bir kış günü. Ezgi’yle (kardeşim) evde oturmuş oflayıp pufluyoruz. Yarıyıl tatili, Cumartesi akşamı sanırım, ben 6.dönem projemi yeni teslim etmişim. Anneyle baba da evde yok, yapacak hiçbir şey yok, tek eğlencemiz yine internet.

Saat 9 sularında evin telefonu çalmaya başlıyor. Ben ayaklarımı sürüyerek gidip bunalmış bir ‘alo’ gönderiyorum karşı tarafa. Arayan inanılmaz tanıdık bir ses, ‘Tuse hanımla mı görüşüyorum?’ diye soruyor. Sesi bir yerden çıkaracağım ama bir türlü hatırlayamıyorum. Aklımdan birkaç saniyede bir sürü insan geçiyor ama hiçbiri değil. Karşıdaki ses  ‘Tuse hanım ben Ahmet Portakal, PowerTurkten, Anında İste programından arıyorum’ deyince kendime geliyorum. Bu defa da ‘Nasıl yani?, Neden ben? Telefonumu nerden buldular?’ gibi sorular geçmeye başlıyor aklımdan. Yine ben birşey diyemeden Ahmet Portakal devam ediyor: ‘Bizden Nil Karaibrahimgil’in hede hödösünü (şimdi şarkıyı hatırlamıyorum) istemişsiniz ama onu biraz önce çaldığımız için biz size başka parça seçtik’ ?!?!!! Tam ‘ben sizi aramadım, parça filan da istemedim’ filan diyecek oluyorum ki içeriden Ezgi’nin tiz kahkahaları duyuluyor! ‘Ezgi! bittin sen’ diye düşünürken Ahmet Portakal son darbeyi vuruyor: ‘Şimdi canlı yayın için kayda geçiyorum lütfen Berksan’dan Unutamam adlı parçayı ister misiniz?’ Yine düşünceler…: ‘Berkcan mı? (evet Berkcan anlamıştım) parçanın adı neydi vs.vs.’.

Derken birden kayda geçiyoruz, Ahmet Portakal konuşmaya başlıyor: ‘Evet Tuse’yle birlikteyiz Tuse 22 yaşında, İstanbul’dan katılıyor vs.vs. bizden hangi parçayı istiyorsun Tuse?’ Ben: ‘Eee, ııı, şey… Berksan’dan Unutmam!’ İçeriden tekrar kahkahalar duyuluyor, Ezgi gülmekten yerlerde. Bense intikam planları yapıyorum, kimse duymamış olsun diye dualar ediyorum, 2-3 dakika sonra da PowerTurk’te Berksan’dan ‘Unutamam’ çalmaya başlıyor.

Böylece canım kardeşim sıkıcı kış akşamımızı kurtarmış oluyor :)

Dün gece bir rüya gördüm. Facebook’umu açıyorum. Ama Facebook dediğim, bildiğin harita metod defteriymiş (Tek ortalı, 120 Yaprak). Her sayfa bir arkadaşımın profiliymiş, bilgileri kurşun kalemle girilmiş. Profil fotoğrafı da baya vesikalık fotoğraf, her sayfanın sol üst köşesine uhuyla yapıştırılmış :)
Ev yapımı Facebook’umu hızlıca karıştırıp bir sayfa buluyorum. Arkadaşlarımdan biri yeni evlendi, onun soyadını silgiyle silip yerine yeni soyadını yazıyorum.
Beynim teknolojiyi reddetmeye başladı :) Herkese mutlu yıllar…