Bunu Libya’da 2. senemde ağustos ayında yazmış yayınlamamışım. Şimdi İstanbul’da olduğum halde okuyunca özledim yine de İstanbul’u.

Gozlerimi kapatsam. Dunyanin baska hicbir yerine, baska hicbir sehre degil Istanbul’a isinlansam. Bogazin turkuaz kokusunu icime ceksem. Sonra kendimi Beyoglunda bulsam. Hava bulutlu olsa. Haftaici gunduz sakinligi olsa Istiklal Caddesinde. Kendimi tunele dogru biraksam. Nereye kadar gidersem. Gozum kapali, gozum acik, tramvay raylarini takip ederek, ara sokaklara dalarak, kitapcilara girerek, pasajlardan cikarak…

Sonra Taskislada bulsam kendimi. Evimde gibi. Icimi limon sarisi biseyler kaplasa. Ortabahcede ihlamur agaclarinin altinda otursam, tembellik yapsam. Koridorlarda gezsem, Gulsen Abla’ya ugrayip ayakustu sohbet etsem. Bir suru gereksiz kalem silgi alsam. Sirf zevk icin. Mustafa Abi’de cay icsem, tostunu yesem. Tek tek Cati lari gezsem. Terastan Bogazi izlesem.

Sonra Rumelihisari’na isinlansam. Sade Kahve’de denize karsi otursam. Hava serin olsa, masanin altinda mangal yaksalar isinsam. Simit gelse hemen. Cayimi yudumlasam, ruzgari yuzumde hissetsem.

Sonra Ada’ya isinlansam. Bisikletime atlayip en tepeye kadar tirmansam. Sonra yokus asagi biraksam kendimi. Denize kadar oyle insem. Meydan’da oturup dondurma yesem. Bir suru fotograf ceksem.

Aksama dogru azalirsa yagmur, kiz kulesi ve adalar…

Su Istanbul krizi gecse artik…

woman.jpgŞantiyemizdeki güvenlik uygulamalarından biri de iş yerine girip çıkarken kart basmak. Ama kart basmadan kapıdan giremezsiniz diye bir şey yok, sadece saat kaçta girip çıktığımızı kontrol ediyorlar. Kart okuyucu da taa koridorun öbür ucunda, mimari ofise oldukça uzak. Dolayısıyla o tarafa doğru zaten gidiyorsanız, bazen başkasının kartını da basmak durumunda kalabiliyorsunuz. Tabii doğal olarak bu, şirket kurallarına göre yasak.

Dün akşam iş çıkışında ilginç bir hadise yaşadım. Kart basmak üzere okuyucuya giderken, üstüm olan bir bayan yöneticinin kartını da aldım. İki kartı da okuyucuya tutarken Libyali güvenlik görevlisi beni izliyordu.

Daha önce de iki kart birden bastığımı görmüştü. O zaman kendisine bunu ‘müdürümün’ istediğini, yapabileceğim bir şey olmadığını açıklamıştım. Beni ikinci kez aynı şeyi yaparken görünce dayanamayıp çok temiz bir İngilizceyle atıldı:

‘Afedersiniz hanımefendi ama bence müdürünüz kendi kartını kendi basmalı!’
Ben de ‘kendisine ileteceğimi’ söyledim. (I will tell her)
Birden ifadesi yumuşayan güvenlik görevlisi:
‘Aa pardon müdürünüz bayan mıydı? Tamam o zaman önemli değil. İyi akşamlar.’ dedi ve uzaklaştı.

Artık bayanlara çok güvendiğinden mi, saygı duyduğundan mı yoksa bayanları önemsemediğinden mi öyle dedi bilemiyorum. Libya’da bulunmuş olanlar daha doğru tespit yapacaktır, bu arada benim de şaşırmamayı öğrenmem gerek :)

Üniversitede öğrenciyken kongre organizasyonlarında çalışıyordum. Oldukça yorucu fakat bir o kadar da zevkli geçerdi kongreler. Günlerce uykusuz kalır, sabahtan akşama kadar koşturur yine de çok eğlenirdik.

Yine böyle bir kongre ertesinde sabah 5’te İspanyol bir grubu havalimanına bırakmış, öğlene kadar giden diğer grupları uğurlamış yorgunluktan ölmek üzereyken eve dönmek için kendimi metroya atmıştım. Yarı uyur yarı uyanık vaziyette dalgın dalgın camdan dışarıyı seyrediyor, yolun bir an önce bitmesini bekliyordum.

Beni dalgınlığımdan ilk kurtaran vagonun içindeki sessizlik oldu. Vagon inanılmaz kalabalık ve sürekli hareketli olduğu halde garip bir şekilde sessizdi. Sonra çevremdeki üniformalı ortaokul öğrencilerini farkettim. Kızlı-erkekli yaklaşık 20 kişilik bir gruptu. 3’erli ya da 4’erli halkalar oluşturmuş sohbet ediyorlardı. Bir an yeni ayılmış olmanın verdiği şaşkınlıkla öğrencilere bakakaldım. İnanılmaz mutluydular. Birbirilerine hiç durmadan heyecanlı el kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyorlar, sonra da kahkahalarla gülüyorlardı. Ama sessiz kahkalarla.

Hepsi sağır ve dilsizdi. Birbirlerini duyamıyorlardı, sesleri de belli belirsiz çıkıyordu. Yine de  duyan ve konuşabilen çoğunluğa göre çok daha iyi iletişim kuruyorlardı. Üzerine fazla yorum yapmak istemiyorum, sadece hayatım boyunca unutamayacağım bir manzaradır. Garip ve etkileyiciydi.

signlanguageabc.jpg

Dün itibariyle Tripoli’de ikinci yılımı da doldurmuş bulunmaktayım. Artık burada şu değişti, bu gelişti gibi şeyler yazmak yerine kendi hayatımdaki değişiklikleri yazmak istiyorum. Çünkü yurtdışında yaşamak insana bazı şeyler kazandırırken, hayatından birçok şeyi de götürüyor. Eğer bir yerde yaşamaya alışmak istiyorsanız, bazı şeyleri geride bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Geçen gün tez notlarımı karıştırırken rastladığım bir yazıda okuduğuma göre, kişinin kendi kültüründen farklı bir ortama düştüğünde gösterdiği tepki 3 farklı şekilde olabiliyor.

1- Tamamen yabancılaşma, içine kapanma, içinde bulunduğu ortamı reddetme. (Bkz. Tripoli’de 1 Yıl)
2- Turist gibi davranış gösterme. Yani bir şekilde ortamda yaşayabilme, fakat halktan uzak olma.
3- Yerli gibi davranma. Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlama. Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulama vs.

İlk madde Tripoli’ye ayak bastığım ilk günleri hatırlatıyor bana. Herkes, her şey yabancı, insan arkasına bakmadan, koşarak geri dönmek istiyor ülkesine. Sonra yavaş yavaş alışmaya, kabullenmeye başlıyor. Zamanla, 2. aşamaya geçiş yapmış oluyorsunuz. Bu da yaşam tarzında birtakım şeyleri değiştiriyor tabi.

Mesela ben artık yeni bir cafe açıldığında çok seviniyorum. Zaten kulaktan kulağa yayılıyor. ‘Duydunuz mu bilmemnerede yeni bir cafe açılmış! Çok güzelmiş, mimarı İtalyanmış, yemeklerı harikaymış!’ Şehirdeki bütün cafelerin açılışından tek tek haberdar olduğunuzu ve hepsine ayrı ayrı sevindiğinizi düşünün -en azından büyük şehir insanı için- çok acayip.

CafeLama.jpg CafeLamaF.jpg

Sonra tanıdık markaların gelişini heyecanla beklediğimiz zamanlar oluyor. Sırasıyla Benetton, Swatch, La Senza, Mango, Marks & Spancer ve Next açıldı, hepsinin açılışlarında kendi aramızda kutlamalar yaptık. Şimdi de Cotton açılacakmış, heyecanla bekliyoruz. Bir bayan için alışveriş alanının giderek artmasını seyretmek kadar güzel bir şey yoktur. :) Geçtiğimiz yılın Ekim ayında yeni bir sanat galerisi açıldı, sahibi Türk bir bayan. Ona da ayrıca sevindik, koşar adım açılışa gittik. Yeni bir aktivite, kutlama, açılış haberini dört gözle bekler olduk.

Casa Lounge Logo.jpg Bashır Hammuda.jpg salem_work.jpg

Mecburen kendimizi oyalayacak şeyler bulmaya başlıyoruz. Ben burada, hayatımda hiç ilgilenmediğim kadar çok hayvanlarla ilgilenmeye başladım mesela. Figen’in kedisi Siyami, evin bekçi köpeği Victoria, arka bahçedeki kuşlar derken bir tane de tosbağa edinmiş bulunmaktayım. Onun adı da Köfte :)

Kabullendiğimiz şeyler de çoğaldı. Örneğin ilk başta halkın tepkileri, davranışları hatta bakışları bile garip geliyor. Dilini bilmiyorsunuz Japonca konuşulsa aynı şey; parasını bilmiyorsunuz, nelere seviniyor, ne zaman somurtuyor, neye toleranslı, hangi davranışı asla sindiremiyor, bunların hiçbirini kestiremiyorsunuz. Sonra yavaş yavaş hepsine alışıyorsunuz. Üstelik dil bile artık o kadar yabancı gelmiyor. Yavaş yavaş esnafla, iş arkadaşlarınızla bir-iki kelime konuşmaya bile başlıyorsunuz. Radyodaki şarkılar tanıdık gelmeye başlıyor, gerisi her gün daha kolay geliyor. Bir süre sonra hiçbir şeye şaşırmamayı öğreniyorsunuz.

Son zamanlarda Türkiye’den gelirken getirdiğimiz yiyecekler de azaldı. Önceden en az bir bavul yiyecek bavulu olurdu, mutlaka alıştığımız marka peynir, bildiğimiz çeşit zeytin, her zaman yediğimiz kraker; bu böyle uzayıp giderdi. Sonra burada muadillerini bulmaya başladık ya da bazılarından vazgeçtik.

Vazgeçmekten bahsetmişken, özgürlüğümden de ödün vermek zorunda kaldım. Aklıma estikçe yolun karşısındaki bakkala gidemiyorum artık. Tek başıma şehre inmek şöyle dursun, kapının önüne çıkıp taksi bile çeviremiyorum . Burada bir bayanın böyle şeyler yapması pek mümkün değil. Tripoli’deki ilk zamanlarım olsa buna üzülürdüm, şimdi sadece günlük hayatımın bir ayrıntısı olarak yazıyorum.

Toureg.jpg

Belki de böylece bazı şeylerin değerini daha iyi anlamış oluyorum. Türkiye’de, yeni bir cafe açıldığı için kim bu kadar sevinir ki? Ya da bir toplu taşıma aracına yalnız binebildiği için? Ya da yoldan geçen herhangi bir taksiye atlayabildiği için? Hepsini geçtim, yolda tek başına yürüyebildiği için!!! Ülkemdeyken bunların değerini bilmiyordum doğal olarak. Belki de mutsuz olan herkesin buraya gelip gerçek özgürlüklerini yeniden hatırlaması gerekiyor.

Yurtdışında ister istemez kendinize ve dışarıya karşı verdiğiniz bu zorlu değişim mücadelesi, sizi daha sabırlı, daha olgun ve daha güçlü kılıyor. 3. Evreye geçer miyim geçemez miyim bilemiyorum: Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlamak… Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulamak… Biraz zor gözüküyor. Yine de Tripoli’de 3. Yıl yazımda görüşmek üzere :)

Dün gece bir rüya gördüm. Facebook’umu açıyorum. Ama Facebook dediğim, bildiğin harita metod defteriymiş (Tek ortalı, 120 Yaprak). Her sayfa bir arkadaşımın profiliymiş, bilgileri kurşun kalemle girilmiş. Profil fotoğrafı da baya vesikalık fotoğraf, her sayfanın sol üst köşesine uhuyla yapıştırılmış :)
Ev yapımı Facebook’umu hızlıca karıştırıp bir sayfa buluyorum. Arkadaşlarımdan biri yeni evlendi, onun soyadını silgiyle silip yerine yeni soyadını yazıyorum.
Beynim teknolojiyi reddetmeye başladı :) Herkese mutlu yıllar…