Biliyorum Pinokyo’yu çok ihmal ettim, suçluyum. Eğer başıma gelenleri anlatmadan durabilseydim daha uzun süre de ihmal etmeyi düşünüyordum. Geçtiğimiz salı günü evsiz kaldık. Evet bildiğiniz evsiz :) Bunda gülünecek bir şey yok diyenler için söylüyorum, Libya’da ağlanacak halinize gülmezseniz, çok fazla ağlamak zorunda kalabilirsiniz.

Salı günü sıradan ve sakin bir gündü. Ta ki evimiz yıkılana kadar. Ta ki aşkım ‘sitede polisler varmış, kimseyi içeri almıyorlarmış’ diyene kadar. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim: Sitemiz deniz kenarında 20 evden oluşan yalnızca şirket çalışanlarının yaşadığı bir şehiriçi yerleşimi(ydi). Sonradan öğrendiğimize göre, ev sahibimizin birtakım üst makamlardan ‘tanıdıkları’ sayesinde inşaat izni kopararak yapılmışlardı. Ancak anlaşılan bir şekilde bu ‘üst düzey’ tanıdıklarla işler yolunda gitmedi ve salı akşamı polisler kapıya dayandı.

Olaylar şöye gelişti:
(1 gün önce akşam ortada hiçbir şey yokken)
Aşkım: Bu ülkede yarın ne olacağını bilemeyiz. Belki yarın gelip evlerden çıkın, yıkıyoruz diyebilirler.
(Olay günü akşam üzeri)
Aşkım: Siteyi polisler basmış, kimseyi içeri almıyorlarmış.
Ben: Nasıl olsa ev sahibi bir şekilde halleder. Ben akşam alışverişe gidiyorum.
Aşkım: Evler ruhsatsızmış. 3 gün içinde yıkılacakmış! Bu akşam taşınıyoruz!
Ben: Keşke dün temizlik yapmasaydım :( Alışverişe gitmesem mi?

Olayın ciddiyetini kavramamız biraz zaman aldı tabi. Yıkımdan önce, toparlanabilmemiz için 3 gün süre verildi. Biz ne olduğunu bile anlayamadan kendimizi bavulların ve kolilerin arasında bulduk. Daha önce de taşındım, ama hiçbirinde evimin başıma yıkılma korkusuyla toplanmamıştım. Tamam 3 gün süre vermişlerdi ancak bu süprizler ülkesinde her şey olabilirdi. Ayrıca şirketten aynı akşam taşınmak zorunda kalabileceğimize dair telefonlar alıyorduk.

1.JPG

Neyse ki son kez geceyi sitede geçirdik. Sabah olduğunda manzara gerçekten ilginçti. Kapıda polisler nöbet halinde, etrafta işçiler yanımızdaki otelin ve sitenin değerli sayılabilecek malzemelerini söküyor, şirketin idari işler personeli taşınma organizasyonu için dolaşıyor, her evden koli bandı sesleri, tabak çanak kırılmaları duyuluyor, bir köşede gelen gazeteciler ev sahibi ile röportaj yapıyor vs.vs. Bu arada deniz de inadına en güzel turkuaz mavisiyle içten içe alay ediyor.

2.JPG

Sonuçta bir şekilde toparlandık -hatta fotoğraf çekecek zaman bile bulduk- ve şirket arabalarıyla taşınıp Figen’in şefkatlı kollarına sığındık. 50 m2 lik küçük sandığımız evlerden kamyon kamyon eşya çıktığına hala hiçbirimiz inanamıyoruz. Doğal olarak kimse otelde kalmak istemediği için herkes yakın arkadaşlarının yanında kalmayı tercih etti. En azından şirket yeni bir site bulana kadar…

3.JPG

Dolayısıyla bir haftadır Figen’in evindeyiz. Ama bu arada sosyal aktiviteler de hız kesmeden devam. Daha taşınmamızın ertesi günü bir partiye katıldık. Bir haftadır da Figen’le alışveriş için Tripoli’nin altını üstüne getirdik.  Dün akşam da Libyalı bir arkadaşımızın oldukça değişik düğününe katıldık. Klasik bir Libya düğünü nasıl oluyor onu da ayrıca anlatmayı düşünüyorum.

Daha şimdiden kolilerden yaşamaya alıştık. Hangi bavulda ne vardı, bunu hangi koliye koymuştum şeklinde beyin jimnastiği yapmak günlük rutinimiz oldu. Ofiste sürekli ‘evsiz olmak nasıl bir şey?’ gibi sorularla karşılaşıyoruz.   İşin ilginç yanı yarın ofisten de taşınıyoruz. Bizim için hazırlanan yeni ofislere geçiyoruz. Son bir buçuk sene içinde değiştirdiğim 3. ev ve 2. ofis olacak. Vardır bir nedeni deyip fazla takmıyoruz… Yurt dışı iş deneyimlerimize bir yenisi eklendi: Evsiz kaldık!

Tripoli trafiginden bir gelenek: Eger cok ufak carpismalarda aractan inmeyecekseniz – ki genelde kimse inmez- , carpistiginiz aracin soforune el sallayip yolunuza oyle devam etmelisiniz.
Buna benzer bir olayi dun sabah servisle ise giderken yasadik. Bizim servis sag seritten makul bir hizla ilerlerken, emniyet seridini (cizgisini) ortalamis neredeyse durma hizinda seyreden bir arabayi teget gecti. Hatta pat diye bir ses duyduk, diger aracin aynasina carpmisiz.
Sonra ileride bizim servis ve carptigimiz araba ayni hizaya gelip tartismak icin cami actilar. Ilk cumleleri su oldu:
– Sabah hayr (gunaydin)
– Sabah nuur (sana da gunaydin)
Sonra da baya sinirli bir sekilde tartismaya basladilar. Yine de nezaketi elden birakmamalari cok hos degil mi? :)

Trafik1 Trafik 2

Bu yilin Ocak 19′unda Libya’da tam bir yilim doldu. Tabi ki arada cok Turkiye’ye gidip geldim ama yine de bu koca bir sene Libya’da nasil gecti yazmak istiyorum… Insan gittigi her yere alisir tabi ki ondan hic suphem yok, bu yeryuzunde gidip de fiziksel olarak uyum saglayamayacagimiz yer yoktur sanirim. Ama yine de 2 sene yasamayi planladiginiz ve daha once hakkinda fikri olmadiginiz bir yer icin, kafanizda binbir turlu sey kurabilirsiniz. Ozellikle de Libya lafini ilk duydugunuzda yaptiginiz ilk sey Google Earth acip Libya’nin yerine bakmaksa. (cahilligime verin)
Buraya gelmeden onceki paranoyalarimiz mesela: Acaba detarjan var midir? Ac kalir miyiz? Islak mendil, dezenfektan falan gotursek mi? Gitmeden aşı olsak mi? Deli gibi sicak midir? vs.vs…
Ucakla sehre yaklasirken dusunduklerimi hatirliyorum. Asagi yukari biraz once yazdiklarim. Bir de yeni bir ortama girecek olmanin, yeni insanlar taniyacak olmanin hem heyecani hem de garip gerginligi. Sarimtrak birseyler iste. Sonra ucak denizden sehrin uzerine geldiginde gordugum yemyesil duzluk geliyor aklima. Beklentilerimin tamamen disinda bir goruntu. Yemyesil bir col :)

Ucaktan inis, havaalanindaki islemler ve santiyeye varis. Bir suru insanla ayni anda tanismanin getirdigi sersemlik. Ayni zamanda Tripoli’nin temiz, fazla oksijenli havasi da carpmis olabilir. Her sey bekledigimin tersine. Col yerine yesillik, kirli hava yerine tertemiz hava, sicak yerine soguk.. Hem de ne soguk :)
Otele yerlestigimde biraz rahatlamistim. Bu arada Tripoli’nin aksam trafigine de tanik oldum, topu topu 5 bucuk milyon nufuslu bir ulkede nasil bu kadar trafik olabildigini hayretler icinde dusunurken hic trafik isigi olmadigini farkettim. Esimin uyarisiyla durum iyice netlesti: Eger hafifce baska arabaya carparsak korkma. Burada insanlar birbirine carpip, sonra selam verip geciyorlardi.

Sonra birbirinin ayni gunler basladi. Ayni derken, tabi ki sehri gezerek ve insanlara alismaya calisarak. Arap kulturune diger milletlerden daha yakin oldugumuzu dusundukce, Turk ya da Arap olmayan bir yabanci icin Libya’nin nasil bir kultur soku olacagini tahmin edebiliyorum. Ben bile insanlara, agir kanli davranislarina, kendimi uzayli gibi hissettiren bakislarina daha yeni yeni alisiyorum. Tamamen farkli bir dusunce yapisi var Libyalilarin. Diger Arap milletlerinden de farkli.

Bir de tabi Libya’nin kendine ozgu kurallarini ogrenmeye basladim. Bir Libya vatandasi, herhangi bir durumda, her kosulda bir yabanciya gore ustundur ve hakli konumdadir. Yani siz rahatsiz edildiginiz icin birine bagirmaya kalkarsaniz sonunuz vahim olabilir. Bunun disinda Lider’in adini soylememek, alkol bulundurmamak ve icmemek, ulke hakkinda kotu soz soylememek gibi seyler de var. Tabi iyi seyler de var: Ornegin bu ulkede agac kesmek yasak…

 

Tum bunlara ragmen Tripoli’ye cabuk alistim. Neredeyse her aksam otelden cikip etrafi gezmek de buna cok yardimci oldu. Osmanlilar’dan kalan tek yapi olan Osmanli carsisi (Resmi yukarida), onundeki Yesil Meydan, Bin Asur caddesi, Saraya derken baya bir Libyali oldum :) Bu gezmeler ve alisma turlari otelden, bizim icin tutulan site evlerine gecisimize kadar devam etti. Devami sonra…