Yarın sabah İspanya’ya uçuyorum! Önce Madrid’deyiz, üç gün sonra da Barselona’ya geçiyoruz. Döndüğümde her günümü detaylı olarak anlatacağım :)

Tam makus talihimi yendim seytanin bacagini kiriyorum – sonunda Ispanya’ya gidiyorum -derken bir de bu Domuz Gribi cikti basimiza. O kadar vizeydi pasaporttu ugrasiyoruz iki aydir nerden cikti simdi bu salgin ya… Koyun can derdinde kasap et derdinde oldu biraz ama, bu kasap aylardir Ispanya hayali kuruyodu naapsin. Ama iptal etmek niyetinde de degiliz cok. Gribin gelecegi varsa Libya’ya da gelir, sonucta burada Brezilyalilarla calisiyoruz. Simdiden herkes tembihlere basladi zaten. Aman yabancilarla opusmeyin, sarilmayin, domuzlara yaklasmayin (bunlari neden yapacaksak)… Askim da basladi termometre goturelim, vitamin goturelim, dezenfektan goturelim, maske takalim demeye… Tatil burnumuzdan gelecek gibi bir his var icimde. Ama yine de gidicem Ispanya’ya goruceksiniz, Gaudi’nin masallar sehrini de gormeden gelmicem :)

Tekrar Türkiye’deyim! Bir kez daha anladım ülkem gibisi yok… Dün akşam Libya’dan İstanbul aktarmalı Antalya’ya geldik. Ailemi çok özlemişim. Ezgi’mle babam bizi havaalanında karşıladılar. Bugün Pazar olduğu için babam da evdeydi. Sabah süpper bi anne kahvaltısından sonra çıkıp buranın en büyük parklarından Karaalioğlu Parkı’na gittik. (Yemyeşil yıllık ağaçların arasından kuşbakışı falez-deniz-dağ manzarası izlenebilecek; görülmesi gereken parklardan biri. Gidilmişken çay bahçesinde semaverde çay da içilmeli mutlaka.)

karalioglu.jpg

Sonra da aynı parka yakın Atatürk Müzesi’ni ziyaret ettik. Atatürk Müzesi’ni ayrı bir başlıkta fotoğraflarla anlatmak istiyorum. Balık pazarına uğrayıp mezgitlerimizi ve tahin helvalarımızı da aldıktan sonra fırından taze ekmek alıp eve geldik. Birazdan balık ziyafeti var yani.
Bugün bir kez daha, etraftan ve kimseden çekinmeden açık havada özgürce dolaşabilmenin değerini anladım. Ülkemin havasını suyunu insanını özlemek ayrı, verdiği özgürlük hissini özlemek çok başka.

karalioglu2.jpg