Bugün akşam üzeri saat 4 sularında hepimizin mailboxına bir yazı düştü. Yazı Seyyahiya’da yıkımına karar verilen eski evlerimizin sahibinden (bkz. Evsiz Kaldık) şirkete yazılmıştı. Yazıda ev sahibinin bizi kovmadığı, aksine bizim siteyi kendi isteğimizle terkettiğimiz; hatta ev sahibini zor durumda bırakığımız, bu nedenle 1 yıllık peşin ödenen kiraların 6 aylık kısmını geri alamayacağımız gibi, üzerine bir de sözleşmeyi zamanından önce feshettiğimiz ve etik kurallara aykırı davrandığımız için tazminat talep ediliyordu. Hepimiz yazıyı, ağzımız hayretten açık vaziyette okuduktan sonra, aslında tüm senaryonun ev sahibi tarafından hazırlandığı ve gerçekte sitenin başka bir firmaya kiralanacağı dedikodularının doğruluğunu kavramış olduk. Söylentilere göre günün herhangi bir saatinde siteye gitsek, -yıkılmış evler yerine- havuzda keyif yapan birileriyle karşılaşma ihtimalimiz yüksek. Şu anda benim yazımı okuyup, ‘Yok artık, nasıl olur, hak yok mu, hukuk yok mu?’ diyenler vardır elbet. Şimdilik biz de aynı soruları soruyoruz, açıklığa kavuştuğu zaman gerekli bilgilendirmeyi yaparım. Bu arada hala ev arıyoruz. 1.5 senedir yurt dışında çalışıyoruz ve artık bu tür şeyleri normal karşılamamız gerek. Alice harikalar diyarının yeni harikaları bizleri bekliyor :)
Ananas Ağacı
En sevdiğim meyvelerden biri olan ananasin ağaçta yetişmediğini öğrenince hayretlere gark oldum. Ne kadar da cahilmişim. Baya baya toprak meyvesiymiş ananas. Halbuki ben palmiyemsi bir ağacı uygun görmüşüm ananasa. O kadar da egzotik duruyor sen git yerde yetiş… Büyük hayal kırıklığı…
Meksika’da ananas tarlaları – Wikipedia
Boy Ağacı
Bizim için cennet gibi bir şeydi. O kadar özel bir yerdi ki, yalnızca doğumgünlerinde ya da okulun son günü karne hediyesi olarak gidilebilecek yerlerdendi. Famecity’den bahsediyorum. İstanbullu olanlar bilir, İstanbul’un ilk alışveriş merkezi Ataköy Galleria’nın en üst katındaydı Famecity. Girişte astronomik rakamlara jetonlar alınır, içeride binbir türlü jetonlu makinede Atari oyunları, basket, kurbagaların kafasına vurmaca, air hockey vs. bir sürü oyun oynanırdı.
İşte bu çok özel eğlence merkezinin içinde daha da özel bir köşe vardı: Oyun parkı ve top havuzu. Tüm oyuncakların iki katı jeton ödenirdi buraya (zaten girebilmek için anne-babaya baya ağlanıp sızlanmak gerekiyordu); girerken boylar ölçülür, ayakkabılar çıkartılırdı. Sonra koşaraktan koca bir havuz dolusu topun arasına atlardık veya o zamanki boylarımıza oranla dev gibi gözüken balonların tepelerine tırmanırdık. Tünellerden geçer halatlarla kendimizi aşağıya sarkıtırdık. Eğer dünyada bir harikalar diyarı varsa, kesinlikle orasıydı. Zaman o kadar çabuk geçerdi ki, görevlinin bizi dışarıya çıkarma çabalarının sonu gelmezdi.
Yine günlerden bir gün (Yanılmıyorsam karne günüydü), en yakın arkadaş da alınarak Fame City’nin yolu tutulur. Amaç harikalar diyarında oynayabilmektir. Biletler, jetonlar alınır ve top havuzu için sıraya girilir. Heyecandan yerinde duramayan iki arkadaş ayakkabı bağlarını çözmüşlerdir bile. İşte o sırada olan olur; görevli anneye yaklaşır ‘Üzgünüm boyları boy ağacını geçiyor, içeri alamayız.’ der. Bu, ‘Koca kazık oldunuz, hala burada ne işiniz var?’ demenin kibar yoludur. Böylece Tuse ‘büyüme’nin getirdiği ilk hayal kırıklığını yaşar :)
Not: Fotoğrafların hiçbiri bana ait değildir, nedense hiç çektirmemişim. Facebook’ta fotoğraflarını paylaşan arkadaşlara teşekkürler.
İletişim Sınavı
Geçtiğimiz günlerde şirketimizin CEO’sundan bir mail aldık. ‘Zihininizde firmamızı bir ürün olarak sembolize eden en uygun kelime hangisidir?’. Mail ‘tüm şirket kullanıcıları’ olarak gönderilmişti. Yani tüm şantiyeler ve merkez ofise; yani dünyanın dört bir yanına.
2 buçuk saat sonra bir mail daha aldık. Gönderilen cevaplar için teşekkür ediyordu. İçlerinde oldukça yaratıcı olanlar vardı. Ancak asıl sorun başkaydı: Mail ‘tüm şirket kullanıcıları’ olarak gönderilmişti ki bu takriben 4000 kişi demekti, gelen cevap sayısı ise yalnızca 55’ti. Ufak bir sınava tabi tutulmuştuk ve geçenlerin oranı %1.375’ti.
Ortada bir ‘connectivity’ yani bağlanabilirlik ya da ‘responsiveness’ yani çabuk cevap vermeye isteklilik problemi vardı. Yani ölçülmek istenen, şirket politikasının anlaşılabilirliğinden çok, aradaki iletişimin seviyesiydi.
Sonradan öğrendiğimize göre bu kısacık testimizin kaynağı Beşiktaş’ın yaratıcı Çarşı taraftarıydı. Maçtan önce bir esnaf lokantasında toplanan taraftarlar o günkü maçta kullanılacak tezahuratları kararlaştırıyor ve bunu 1-2 saat içinde tüm taraftarlara -yani yaklaşık 30.000 kişiye – ulaştırıyorlardı. 30.000 kişi, kısa sürede organize olup, maçlarda tek bir vücut gibi hareket ediyordu. Bir tür YAY! hareketi gibi…
Bizim firmamızın neyi eksikti? CEO’muz da belli ki bu müthiş dinamik organizayonu gözüne kestirmişti ve firması da en üst düzeyden en alta kadar tüm çalışanlarıyla bu ruhu paylaşmalıydı. Çünkü hızlı iletişim bu çapta bir şirket için bir seçenek değil, bir zorunluluktu.
Birçok çalışanın maili aldığında neler düşündüğünü az çok tahmin edebiliyorum: Kimileri bir CEO’nun mailine direk cevap vermekten çekindi, kimileri düşünemeyecek kadar yoğundu, kimileri maili görmedi bile. Bazılarıysa sadece bu oyuna dahil olmak istemedi. Ancak asıl hedef, her zaman ‘hazır olmak’, istenildiğinde ‘orada olmak’, gerektiğinde ‘harekete geçebilmek’, yeterince ‘atak’ olabilmek gibi niteliklerin araştırılması olunca, tüm firma olarak -bu seferlik- sınıfta kaldık :)
Alice in Wonderland
Tam da çocukluktan kalma Alice In Wonderland takıntısıyla İngilizce klasik versiyonu bir kez daha okurken Tim Burton yapımı Fragman beliriyor TV ekranında. Geçtiğimiz haftalarda evler yıkılmadan önce (bkz.evsiz kaldık) sitede Tim Burton film festivali organize edelim diye düşünürken imdb‘den almıştık müjdeyi. Fragmanı da izleyince iyice sabırsızlanmaya başladım.
Tim Burton’ın yorumuyla kesinlikle her şey muhteşem olacak. Tweedledee-Tweedledum ikilisi ve Red Queen şimdiden kafamdakine uydu bile. Olmazsa olmaz Johnny Depp’in de başarılı bir Mad Hatter olacağı kesin. Ama Alan Rickman nasıl bir Ceterpillar olur onu kestiremiyorum :) En azından kitapların filme uyarlanmasındaki hayal kırıklığı yaşanmayacak. Çünkü Tim Burton çocukluğumuzun anlamsız gizemlerinin ve hayal gücümüzün en yetenekli masalcısı.
Not: Asıl yerimde duramayarak beklediğim Tim Burton projesinin 1984 (George Orwell) olduğunu da itiraf edeyim.
Bir sürü bilgi için bakınız: Alice in Wonderland Resmi Web Sitesi, Internet Movie Database