Hız kesmeyen sosyal ve kültürel faaliyetlerimiz kapsamında, önceki akşam Sabratha Antik tiyatrosunda (bkz. Sabratha) bir Opera izlemeye gittik. Tripoli’deki Fransız Kültür Merkezi tarafından düzenlenen, ofisimizden topluca servisle gidilen etkinlikte Bizet ve Offenbach’ın eserlerini izledik. Hava biraz soğuktu ama konser oldukça keyifliydi. Böyle aktiviteler de oluyor yani Tripoli’de… İlgililere duyurulur :)

invitation sabratha mailing copy.jpg

DSC_0011.JPG DSC_0016.JPG DSC_0024.JPG

DSC_0030.JPG DSC_0032.JPG P1070075.JPG

DSC_0034.JPG DSC_0045.JPG P1070125.JPG

P1070130.JPG P1070092.JPG DSC_0058.JPG

Depremdi, seldi, öyle afetler yaşanmıyormuş Libya’da. Buranın tek doğal afeti kum fırtınasıymış. Bizim de birkaç kez karşılaşmışlığımız var kendisiyle. Gerçi Mısır’dan gelen arkadaşlar buradakinin kum fırtınası olmadığını söylüyorlar ama Mısır’daki kadar olmasa da, büyük kum tepeleri oluşturmasa da, günlük hayatı oldukça etkiliyor buradaki kum fırtınaları. Resimdeki fırtına, geçtiğimiz ayın sonlarında sahada işin durmasına neden olmuştu.

KumFirtinasi1.jpg

Burada kum rüzgarları genelde Mart-Nisan-Mayıs aylarında gerçekleşiyor. Libya’ya ilk geldiğimiz yıl, henüz hiç bu tarz bir afetle karşılaşmamışken Libyalı arkadaşlarla mevsimlerden bahsediyorduk. ‘İlkbahar gelse artık’ deyince hepsi şaşırdı, ilkbahar çok kötüdür! diye çıkıştılar. Kum rüzgarları yüzündenmiş, zamanla öğrendik :)

KumFirtinasi2.jpg

Kum fırtınası başladığında görüş yavaş yavaş azalıyor. Bir süre sonra göz gözü görmüyor. Evlerin panjurları teker teker kapanıyor. Dışarıdaki hayat azalıyor. Bunaltıcı, basık bir havayla birlikte gözlerinizi açtırmayacak kadar kumlu, sıcak bir rüzgar esiyor. Dev bir fırının içinde gibi hissediyorsunuz. Bir de ağzınızı ne kadar açmamaya çalışsanız da sürekli çıtır çıtır bir şeyler hissediyorsunuz dişlerinizin arasında. İş yerinde yemekler 1-2 gün kumlu çıkabiliyor, zaten buna engel olmak neredeyse imkansız. Alerjiniz varsa tavan yapıyor, hem tozdan hem de hapşırmaktan gözlerinizi açamıyorsunuz. Sadece psikolojik de olsa nefes darlığı çeken insanlar oluyor. Canım arkadaşım Hande’nin ilk Libya izlenimi gibi:
-Libya’yı nasıl buldun Handecim?
-Tozlu…

Her gün yeni bir Libya’da işe başlama haberi aldığımda aklımdan bu geçiyor. Bugün Libyalı bir arkadaşım ofiste yanıma gelip ‘Ben Türkçe öğrenmeye karar verdim, bana alfabeyi yazar mısın?’ dediğinde gururlanmadım değil. Herkes bir gün Tripoli’ye gelecek. Sonra markette gezerken rafların arasından Türkçe konuşmalar duyulacak, restoranda otururken yan masada Türkler tartışıyor olacak-ki bunlar çoktan olmaya başladı bile; sonra bir bakmışsınız ilk Türk marketi açılmış, ardından ilk Türk restoranı-ama kebapçı değil, bizim esnaf lokantaları gibi, leziz zeytinyağlılar filan yapıyor; sonra bir gün bir bakmışız ki raflarda beyaz peynir! :)
Bir ülkenin dünyaya açılışını izlemek herkesin hayatında karşılaştığı bir şey değil. Değişimin tam merkezinde Tripoli’de, bir ülkeye kapitalizm nasıl getirilir, o ülkedeki insanlar paranın gücünü (değerini diyemiyorum) nasıl öğrenir gözlemliyoruz. Doğrusu iyi mi oluyor kötü mü oluyor bilemiyorum, bir yandan çağdaşlaşmanın izlerini daha sık görmeye başlamışken diğer yandan paranın yavaş yavaş yönetimi ele geçirdiğini görmek biraz can sıkıcı.
Önceki yazımda (Tripoli’de 2 Yıl) ilk süpermarketin açılışını ve sevincimizi anlatmıştım. Bir kez daha buraya gelenler nelerle karşılaşacak, göstermek istedim ve biricik alışveriş merkezimizin içinden fotoğraflar çektim. Adı Suq El Talat. Beğenilerinize sunulur :)

P1060450.JPG P1060451.JPG P1060457.JPG P1060460.JPG P1060461.JPG P1060462.JPG P1060465.JPG P1060467.JPG P1060470.JPG P1060471.JPG P1060472.JPG P1060473.JPG

Dün itibariyle Tripoli’de ikinci yılımı da doldurmuş bulunmaktayım. Artık burada şu değişti, bu gelişti gibi şeyler yazmak yerine kendi hayatımdaki değişiklikleri yazmak istiyorum. Çünkü yurtdışında yaşamak insana bazı şeyler kazandırırken, hayatından birçok şeyi de götürüyor. Eğer bir yerde yaşamaya alışmak istiyorsanız, bazı şeyleri geride bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Geçen gün tez notlarımı karıştırırken rastladığım bir yazıda okuduğuma göre, kişinin kendi kültüründen farklı bir ortama düştüğünde gösterdiği tepki 3 farklı şekilde olabiliyor.

1- Tamamen yabancılaşma, içine kapanma, içinde bulunduğu ortamı reddetme. (Bkz. Tripoli’de 1 Yıl)
2- Turist gibi davranış gösterme. Yani bir şekilde ortamda yaşayabilme, fakat halktan uzak olma.
3- Yerli gibi davranma. Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlama. Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulama vs.

İlk madde Tripoli’ye ayak bastığım ilk günleri hatırlatıyor bana. Herkes, her şey yabancı, insan arkasına bakmadan, koşarak geri dönmek istiyor ülkesine. Sonra yavaş yavaş alışmaya, kabullenmeye başlıyor. Zamanla, 2. aşamaya geçiş yapmış oluyorsunuz. Bu da yaşam tarzında birtakım şeyleri değiştiriyor tabi.

Mesela ben artık yeni bir cafe açıldığında çok seviniyorum. Zaten kulaktan kulağa yayılıyor. ‘Duydunuz mu bilmemnerede yeni bir cafe açılmış! Çok güzelmiş, mimarı İtalyanmış, yemeklerı harikaymış!’ Şehirdeki bütün cafelerin açılışından tek tek haberdar olduğunuzu ve hepsine ayrı ayrı sevindiğinizi düşünün -en azından büyük şehir insanı için- çok acayip.

CafeLama.jpg CafeLamaF.jpg

Sonra tanıdık markaların gelişini heyecanla beklediğimiz zamanlar oluyor. Sırasıyla Benetton, Swatch, La Senza, Mango, Marks & Spancer ve Next açıldı, hepsinin açılışlarında kendi aramızda kutlamalar yaptık. Şimdi de Cotton açılacakmış, heyecanla bekliyoruz. Bir bayan için alışveriş alanının giderek artmasını seyretmek kadar güzel bir şey yoktur. :) Geçtiğimiz yılın Ekim ayında yeni bir sanat galerisi açıldı, sahibi Türk bir bayan. Ona da ayrıca sevindik, koşar adım açılışa gittik. Yeni bir aktivite, kutlama, açılış haberini dört gözle bekler olduk.

Casa Lounge Logo.jpg Bashır Hammuda.jpg salem_work.jpg

Mecburen kendimizi oyalayacak şeyler bulmaya başlıyoruz. Ben burada, hayatımda hiç ilgilenmediğim kadar çok hayvanlarla ilgilenmeye başladım mesela. Figen’in kedisi Siyami, evin bekçi köpeği Victoria, arka bahçedeki kuşlar derken bir tane de tosbağa edinmiş bulunmaktayım. Onun adı da Köfte :)

Kabullendiğimiz şeyler de çoğaldı. Örneğin ilk başta halkın tepkileri, davranışları hatta bakışları bile garip geliyor. Dilini bilmiyorsunuz Japonca konuşulsa aynı şey; parasını bilmiyorsunuz, nelere seviniyor, ne zaman somurtuyor, neye toleranslı, hangi davranışı asla sindiremiyor, bunların hiçbirini kestiremiyorsunuz. Sonra yavaş yavaş hepsine alışıyorsunuz. Üstelik dil bile artık o kadar yabancı gelmiyor. Yavaş yavaş esnafla, iş arkadaşlarınızla bir-iki kelime konuşmaya bile başlıyorsunuz. Radyodaki şarkılar tanıdık gelmeye başlıyor, gerisi her gün daha kolay geliyor. Bir süre sonra hiçbir şeye şaşırmamayı öğreniyorsunuz.

Son zamanlarda Türkiye’den gelirken getirdiğimiz yiyecekler de azaldı. Önceden en az bir bavul yiyecek bavulu olurdu, mutlaka alıştığımız marka peynir, bildiğimiz çeşit zeytin, her zaman yediğimiz kraker; bu böyle uzayıp giderdi. Sonra burada muadillerini bulmaya başladık ya da bazılarından vazgeçtik.

Vazgeçmekten bahsetmişken, özgürlüğümden de ödün vermek zorunda kaldım. Aklıma estikçe yolun karşısındaki bakkala gidemiyorum artık. Tek başıma şehre inmek şöyle dursun, kapının önüne çıkıp taksi bile çeviremiyorum . Burada bir bayanın böyle şeyler yapması pek mümkün değil. Tripoli’deki ilk zamanlarım olsa buna üzülürdüm, şimdi sadece günlük hayatımın bir ayrıntısı olarak yazıyorum.

Toureg.jpg

Belki de böylece bazı şeylerin değerini daha iyi anlamış oluyorum. Türkiye’de, yeni bir cafe açıldığı için kim bu kadar sevinir ki? Ya da bir toplu taşıma aracına yalnız binebildiği için? Ya da yoldan geçen herhangi bir taksiye atlayabildiği için? Hepsini geçtim, yolda tek başına yürüyebildiği için!!! Ülkemdeyken bunların değerini bilmiyordum doğal olarak. Belki de mutsuz olan herkesin buraya gelip gerçek özgürlüklerini yeniden hatırlaması gerekiyor.

Yurtdışında ister istemez kendinize ve dışarıya karşı verdiğiniz bu zorlu değişim mücadelesi, sizi daha sabırlı, daha olgun ve daha güçlü kılıyor. 3. Evreye geçer miyim geçemez miyim bilemiyorum: Halktan biri gibi, oraya aitmiş gibi uyum sağlamak… Dilini ve geleneklerini öğrenip uygulamak… Biraz zor gözüküyor. Yine de Tripoli’de 3. Yıl yazımda görüşmek üzere :)